Kanundaki değişiklikler küçük çiftçinin bağımsızlığını, rekabet şansını ve tarımsal biyoçeşitliliği riske sokabilir. Olumlu etkiler sağlayacak bir yasal düzenleme için yerel tohumların, çeşitliliğin, toprak onarımının desteklenmesinden ve çiftçileri teşvik etmekten bahsetmek gerekiyor.
“İklim değişikliği ile mücadele, gıda talebindeki artış, doğal kaynakların etkin şekilde kullanılması, gıda güvencesi ve güvenliğinin temin edilmesi” gibi gerekçelerle üretimin planlanması gerekliliğinden yola çıkan Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, üretim planlamasının arz-talep durumuna göre yapılmasını öngörüyor.
İklim değişikliğinin tarımdaki olumsuz etkilerini azaltmak, gıda güvencesini sağlamak ve ürün çeşitliliğini artıracak bir planlama yapmak önemli. Ancak yasadaki yeni düzenlemeler ve cezai yaptırımlar dikkat edilmesi gereken bazı sakıncalar içeriyor. Kuraklık, seller ve girdi maliyetlerinin baskısı altında küçük çiftçinin refahı ve bağımsızlığı konusunda bazı soru işaretlerini de beraberinde getiriyor.
Yasa hazırlanırken çiftçi örgütleri gibi konuyla ilgili sivil toplum kuruluşlarının, sürdürülebilir tarım konusunda çalışan uzmanların ve akademisyenlerin görüşünün alınmaması bazı soruları beraberinde getiriyor. Örneğin yeni düzenleme, özellikle doğa dostu geleneksel uygulamaların, yerel tohumların, çeşitliliğe dayalı uygulamaların ve bu çeşitlilikten beslenen mutfak kültürünün teminatı olan küçük çiftçilerin arazilerini işlemeyi bırakıp toprağını terk etmesine yol açabilir mi? Gıda güvencesinin sağlanması üretim yeterliliği ile birlikte üretimle ilgili konularda söz, yetki ve karar aşamalarında çiftçilerin sürece dahil olmasını da kapsamaz mı?
Kanun değişikliği ne tür uygulamalar içeriyor?
Düzenlemede dikkat çeken önemli değişikliklerin başında, belirlenecek ürün veya ürün gruplarının üretimine başlanmadan önce Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan izin alınması zorunluluğu geliyor. Yasaya göre çiftçiler belli ürün gruplarını yetiştirmek için bakanlıktan izin alacaklar. İzin almadan üretim yapan çiftçilere desteklerden 5 yıl men edilme ve para cezası gibi yaptırımlar uygulanacak.
Bir diğer önemli değişiklik, Bakanlık tarafından belirlenecek ürün ve ürün gruplarında sözleşmeli üretimin zorunlu hale getirilmesi. Sözleşmeden vazgeçen taraflara cezai yaptırımlar uygulanacak.
Yeni düzenleme, üst üste 2 yıl ekilmeyen tarım arazilerinin Bakanlıkça kiraya verilmesini de öngörüyor. 2 yıl üst üste ekilmeyen araziler öncelikli olarak arazinin bulunduğu yerleşim yerinde ikamet edenlere ya da tarımsal alanda faaliyet gösteren kooperatif, birlik, dernek ve vakıflar ile gönüllü kuruluşlara kiralanacak.
Kenevir üretimi konusunda yapılan değişiklikle daha önce tamamen izne tabi olan üretimde Bakanlığın çıkaracağı yönetmelikler çerçevesinde izinsiz girişimlerin önü açılıyor.
Buğday Derneği olarak, kabul edilen yasa düzenlemesindeki değişikliklerin gerekçede ifade edilen sorunlara çözüm sunabilmesinin ancak konuyla ilgili paydaşların görüşleri dikkate alınarak yeniden değerlendirilmesi ile mümkün olabileceğini savunuyoruz. Bu nedenle yasadaki değişiklikler ile ilgili uzman görüşlerini, yorumları ve önerileri Tarım ve Orman Bakanlığı’nın dikkatine sunuyoruz.
Sermayenin tarıma nüfuz etmesi kolaylaşıyor mu?
Konuyla ilgili değerlendirmesine başvurduğumuz Ege Üniversitesi Tarım Ekonomisi Bölümü Öğretim Elemanı Dr. Fatih Özden, toprak miktarının artırılamaması ve üretim yapılabilecek tarım arazilerinin önemli bir bölümünün mevcut kır/köy kökenli çiftçilerin mülkiyetinde olmasının sermayenin tarıma nüfuzunu sınırlandıran temel etkenlerden birisi olduğunu söylüyor.
Yasadaki değişiklikler ile sözleşmeli tarım yoluyla emeğin, arazi yoluyla da toprağın metalaşma süreçlerinin hızlanabileceğine dikkat çeken Dr. Fatih Özden sözlerini şöyle sürdürüyor: “Özellikle son 20 yıldaki değişiklik ve uygulamalara bakarak Türkiye’nin tarım anlayışını ihracat odaklı, monokültür, konvansiyonel ve endüstriyel bir sektör olarak değerlendirmek mümkün. Son dönemlerde Türkiye tarımında sözleşmeli üretim modelinin sıklıkla üzerinde durulması ve yasadaki değişiklikten de anlaşılacağı gibi yaygınlaştırılmak istenmesi sermayenin tarıma nüfuz etmesini kolaylaştırıyor.”
“Agroekoloji: Başka Bir Tarım Mümkün” kitabının yazarlarından Dr. Fatih Özden tarım arazilerinin kiralanmasının sermayenin tarıma girişini destekleyen başka bir yol olduğunu, söz konusu kiralamanın düzenlemede belirtildiği gibi, öncelikle arazinin bulunduğu yerleşim yerlerinde ikamet edenlere ya da kooperatif, birlik, dernek ve vakıf gibi STK’lara yapılmasının da arazilerin metalaşma sürecinin önüne geçemeyebileceğini söylüyor. Özden, köylerde ekilmeyen tarım arazilerinin halihazırda zaten kiralanabildiğini veya ortakçılıkla işlenebildiğini ve bu faaliyetlerinin büyük bir bölümünün de yine aynı veya yakın köylerden olduğunu hatırlatıyor ve ekliyor: “Ancak köylerde yanlış politikalar ve iklim krizi gibi sebeplerle özellikle küçük-orta ölçekli çiftçiler tarafından ekilemeyen arazilerin kiralanacağı STK’lar içinde ekonomik gücü ve yatırım kapasitesi olanların öne çıkması da mümkün.”
Yerel çiftçi haklarına ve üreticilere etkisi
“Çiftçilerin izin almadan üretim yapamayacağını söyleyen Bakanlık, böyle bir politika değişikliği için çiftçinin rızasını almış mıdır?” sorusunu soran Özden, radikal gibi gözüken bu sorunun aslında doğrudan gıda egemenliği ile ilgili olduğunu açıklıyor: “Gıda egemenliği çokça ifade edildiği gibi sadece üretimin yeterliliği sorunu değil, üretimle ilgili konularda söz, yetki ve karar aşamalarında çiftçilerin sürecin neresinde olduklarıyla da ilgilidir.”
Yeni düzenleme kır kökenli büyük üreticiler ve yatırımcıların küçük-orta ölçekli tarımsal işletmelerin emeğinden ve arazilerinden yaralanabilmelerinde bir nevi aracı pozisyonuna geçmelerine de fırsat verecek. Bu üreticiler şirketler için sözleşmeli tarım ve arazi kiralama gibi süreçlerde kolaylaştırıcı bir rol oynayabilirler.
Polikültür üretim yapan çiftçiler ve biyoçeşitlilik nasıl etkilenecek?
Yasada yapılan değişiklikte polikültür (çeşitliliğe dayalı) üretim yapan üreticiler için belirsizlik söz konusu. Yeni düzenlemeye göre polikültür üretim yapan üreticilerin yetiştirdiği çoklu ürünlerin bir veya daha fazlasına Bakanlığın izin vermemesi olasılığı bulunuyor.
Bakanlıkça belirlenen ürün veya ürün gruplarının üretiminin izne tabi olması özellikle küçük ölçekli veya polikültür üretim yapan üreticilerin kendi gıda güvencelerini de tehlikeye sokabilir. Yine aynı kesim üreticiler, çoğu zaman tüketiciye doğrudan ulaşan pazarlama kanallarını kullanıyor. Dolayısıyla uzun zaman zarfında kurmuş oldukları pazarlama ağının da bu süreçten olumsuz etkilenmesi söz konusu.
Dr. Fatih Özden’e göre bu durum üreticilerin bağımsızlığını riske sokarken, Türkiye’de zaten hâkim durumda olan monokültür üretimi daha da baskın hale getirebilir. Özden, günümüzde toprak, su, iklim şartları ve biyoçeşitliliğin azalması gibi sorunlarla baş edebilmek için polikültür üretimin teşvik edilmesi gerekirken, bu durumun polikültür üretime geçme potansiyeli olan üreticileri olumsuz etkileyeceğine vurgu yapıyor.
Gıda ve barınma gibi temel ihtiyaçların karşılanmasında kendine yeterli toplulukların yeterli çeşitlilikteki üretimlerinden vazgeçmek zorunda kalması ve tek tip üretim yapmaya zorlanması, bu toplulukların piyasada çeşitli ürünlerle yakaladığı rekabet şansını kaybetmesine ve tek tip ürün yetiştirmenin ekonomik ve ekolojik riskiyle karşı karşıya kalmasına neden oluyor. Bu adaletsizlik karşısında geliri düşen ve tarlasını satarak ailesiyle kente göç etmek zorunda kalan çiftçiler eskiden arazisinde yetiştirdiği çeşitli meyve sebzelerle beslenirken, marketten pazardan alabildiği kadarıyla ve nereden geldiği nasıl yetiştirildiği belli olmayan gıdayla yetinmek zorunda kalıyor. Üreten, kendine yeterli topluluklar giderek satın almak zorunda bırakılan ve alım gücü giderek düşen yoksul tüketicilere dönüşüyor. Şehre göç etmeyenler ise ya mevsimlik tarım işçiliğine yöneliyor ya da kentlerin varoşlarına göçerek işsizliğe, marjinal işlere, sosyal yardımlara mahkûm oluyor.
Bütüncül bir düzenleme için öneriler:
Tarımda iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini azaltmak, gıda güvencesini sağlamak ve ülkemizin farklı özelliklere sahip bölgelerinden yararlanarak ürün çeşitliliğini arttıracak bir planlama yapmak önemli. Bunu doğa ile uyumlu ve sürdürülebilir şekilde yapabilmek için agroekoloji ve onarıcı tarım uygulamalarına yönelmek gerekiyor.
Ülkemizde tarıma dair daha önce de çeşitli planlamalar ve yasa değişiklikleri yapıldı. Ancak yapılan planlama ve değişikliklerin kalıcı ve etkili olabilmesi için katılımcı bir süreç izlenerek kanun değişikliğinin yapılması gerekir.
Yasa değişikliklerinin çiftçileri zorunlu kılarak ve cezai yaptırımlar uygulanmasına yönelik değil, teşvik ve destekleme yollarını açmaya yönelik olması gerekir. Türkiye’de destekleme araçlarının neden hedeflere ulaşmada yetersiz kaldığının analizi yapılmalı.
Üretim sınırlamasının arz-talep üzerinden sayısal olarak üretim miktarına göre yapılması yerine ülkenin iklim, coğrafi özellikler, toprak ve su şartlarına ve bölgesel ihtiyaç ve potansiyellerine göre bölgesel üretim planlamaları yapılmalı ve her bölgede yerel üretim, yerel tüketim sisteminin altyapıları kurulmalı. Böyle bir planlama ile, yerel çeşitlerin devamı ve tarımsal biyoçeşitlilik de sağlanmış olur.
Dünyadaki uygulamalar
Avrupa Birliği’nin uyguladığı Ortak Tarım Politikası (OTP) Avrupalı çiftçiler için sürdürülebilir bir gelecek sağlamayı, küçük çiftliklere hedefe yönelik destek sağlamayı ve AB ülkelerinin tedbirleri yerel koşullara uyarlaması için daha fazla esneklik sağlamayı amaçlıyor.
OTP’de yürürlüğe giren yeni düzenlemeler ile 2021-2027 yılı için ayrılan maddi kaynağın Yeşil Mutabakat hedefleri çerçevesinde biyoçeşitliliğin ve organik tarım alanlarının artırılmasına, geçimini çiftçilikten sağlayanların ve genç çiftçilerin desteklenmesine, tarımda inovasyonun artırılmasına harcanması planlanıyor.
Örneğin, her çiftlikte ekilebilir arazinin en az %3’ünün biyoçeşitliliğe ayrılacağı, bütçenin en az %25’i ekosistemlere tahsis edilerek iklim ve çevre dostu tarım uygulamaları ve yaklaşımları (organik tarım, agroekoloji, karbon tarımı vb.) ile hayvan refahının iyileştirilmesi için daha güçlü teşvikler sağlanacağı, kırsal kalkınma fonlarının en az %35’inin iklim, biyoçeşitlilik, çevre ve hayvan refahını desteklemeye yönelik tedbirlere tahsis edileceği 2021-2027 planları arasında. Yeni mevzuat üstlenilen faaliyetlerin düzeyi de dahil olmak üzere AB ülkeleri tarafından belirlenecek zorunlu ancak esnek bir aktif çiftçi tanımı içeriyor ve sadece aktif çiftçilerin belirli AB desteklerini alabilmesine izin veriyor.
Hindistan’da ise tarım politikalarının temelini 1960’ta yapılan düzenlemeler oluşturuyor. Eylül 2020’de devlet desteğini sonlandırıp, sözleşmeli tarıma kapı açarak özel sektörün tarıma girişini artıracak üç tarım yasasının meclisten geçmesi, bir yılı aşkın süren protestolara sebep olmuştu. Protestolara sebep olan tarım yasası tarımda taban fiyat uygulaması, gübre ve mazot desteği, haşereyle mücadele ve ilaçlama, pazar ağı gibi desteklere son verip, küçük üreticileri büyük şirketlerle karşı karşıya bırakıyordu. Çiftçiler büyük şirketlerin istediği ürünleri, onların istediği fiyata satmak zorunda kalıyordu. Özel sermayenin sömürüsüne maruz kalan çiftçilerin ülke tarihindeki en uzun protesto olarak geçen mücadelesi sonucunda yasa geri çekildi.
Etkili bir yasa için gerekenler
Yasayı değerlendirerek önerilerde bulunan Buğday Derneği Gıda Yüksek Mühendisi Merve Atınç, dünya genelinde tarımda yapılan yeni yasal düzenlemelerin çiftçilerin özerkliği, bağımsızlığı ve dayanıklılığına vurgu yaptığını belirterek ülkemizde yürürlüğe giren yeni düzenlemenin planlama adı altında çiftçilerin bağımsızlığını etkileyerek daha çok cezai yaptırımdan bahsettiğine dikkat çekiyor.
“Yasa, biyolojik çeşitlilik için büyük bir tehlike olan endüstriyel tarımdaki monokültürün artmasına neden olarak ekolojik tarımın önerdiği polikültür, ara ürün, birlikte ekim gibi farklı yöntemlerin önünü kapıyor” diyen Atınç, etkili bir yasal düzenleme için şu önerilerde bulunuyor: “Yasaların gerçek bir değişim yaratması için iklim değişikliğinin tarımdaki olumsuz etkilerini önlemekten, çiftçileri tarımdan uzaklaştırmak yerine teşvik etmekten, yalnızca büyük çiftçiler ve şirketlere fayda sağlamak yerine yerel tohumların, polikültür uygulamaların ve yerel çeşitlilikten beslenen küçük çiftçilerin önünü açmaktan, ürün çeşitliliğini artırmaktan ve bütün bunları yaparken gıda güvencesi sağlamaktan bahsetmesi gerekiyor.”